10 Mart 2012 Cumartesi

YANYA 'NIN KAYBI


(Yanyalılar/Yanyotis Facebook sayfasından alınmıştır)


YANYA 'NIN KAYBI
Yunanlılar, 3 Aralık 1913 ateşkes anlaşmasına katılmadıkları için, Makedonya'da bir Osmanlı-Yunan Savaşı sürüp durmaktaydı. Veliaht Konstantin'in 80.000'lik ordusu Selanik'i aldıktan sonra Makedonya'da savaşan Sırpların yardımına koşmuş, bu büyük savaşı kaybedip, Güney Arnavutluk'a doğru çekilen Türk Batı Ordusu'nun peşine takılmıştı. Batı Yunanistan (Epir bölgesi) ise hala Türklerin denetimi altındaydı. Konstantin şimdi oraya dönmüştü. Manastır bölgesinde Türklere karşı üç tümenini bırakmış, iki tümeniyle Selanik üzerinden Yanya önlerine gelmişti.
Daha savaşın ilk günlerinde kendisi Selanik doğrultusunda giderken Yaya cephesinde harekata katılan Sabuncakis komutasındaki Epir ordusu, karşısında pek bir varlık gösterememişti. Bununla birlikte General Sabuncakis, yine de Preveze'yi almış ve Türk kuvvetlerini Yanya'ya doğru biraz geriye atmıştı.
Manastır'dan sonra Veliaht Konstantin, Epir Ordusu Komutanlığını da alarak 24 Ocak 1913'te Yanya önlerine ulaştı. General Sabuncakis, kar ve çamur içinde bir şeyler yapabilmek için boşuna uğraşıp durmaktaydı.
Yanya, barış zamanında savunma için hazırlanmış, kuvvetle tahkim edilmiş, 109 topla korunan bir kale kentiydi. Toplar eski ve adi ateşleydi, tahkimat taş değil toprakta yapılmıştı ama, gene de o günün koşullarına göre zorlu bir savunma mevzii kabul edilebilirdi. Esat (Bülkat) Paşa, 20.000'e yaklaşan kuvvetiyle Yanya cephesini sağlam şekilde tutaktaydı. Kendisi gibi değerli bir asker olan kardeşi Kurmay Yarbay Vehip Bey de Yanya kalesi komutanlığını yapmaktaydı.
Türk Doğu ve Batı Orduları'nın her tarafta yenili dağıldığı günlerde Esat Paşa'nın kolordusu, sanki hiçbir şey olmamış gibi, elde silah kavgasını sürdürmekteydi. Başka cephelerde Sırplar, Bulgarlar, Karadağlılarla ateş kesilmiş, Londra'da barış görüşmeleri yapılmış, İstanbul'da Babıali Baskınları olmuş, yeni hükümet kurulmuş, Bulgar, Sırp, Karadağ'la savaş yeniden başlamıştı. Bütün bunlar, Yanya savucularını ilgilendirmiyordu. 18 Ekim 1912'de başlayan Yunan Savaşı, hiç ara vermeksizin devam ediyordu.
Konstantin'in iki tümenle çıkıp bu cepheye gelmesi, Yunanistan'dan bazı kuvvetlerin de takviye olarak yetişmesi, durumu bir hayli ağırlaştırmıştı. Yunanlıların, kesin bir taarruz için hummalı bir çalışma içinde oldukları belliydi.
Yunanlılar, Yanya cephesinde 60.000 kişilik kuvvet toplamışlardı. Her türlü bütünlemesini yapmış, silah ve cephanesi bol, zinde bir orduydu bu. Buna karşılık Esat Paşa kuvvetleri de, Batı Ordusu tarafından elden geldiğince takviye edilmekteydi. Bu sebeple asker sayısı 26.000'e ulaşmıştı. Ama bunun 5.000'i hasta ve yaralı olarak savaşıyordu. Buna göre Türk kuvvetleri, asker sayısında üç misli, ateş gücü bakımından ise en az beş misli güçlü bir düşmanla karşı karşıyaydı.
1913 yılı kışının en zorlu günlerinde, Rumeli'nin bu son toprakları üzerinde, Osmanlılarla Yunanlılar arasında kaçınılmaz savaş başlamak üzereydi.
Bu arada, ilginç bir tesadüf yaşanıyordu: Türk ordusunun komutanı Esat Paşa ile Yunan Veliahdı Konstantin yakın iki arkadaştılar. Berlin Harp Akademisi'nde aynı sınıfta okumuşlar ve birbirleriyle yakın dostluk kurmuşlardı. Kader, bu iki arkadaşı karşı karşıya getirmişti.
Konstantine taarruza girişmeden önce, 30 Ocak 1913 günü "Yanya Osmanlı Ordusu Başkomutanı Esat Paşa Hazretlerine" bir yazı ile başvurdu. Boşuna kan dökülmemesi için Yanya Ordusu'nun teslim olmasını istiyordu. Düşüncesine göre, kuşatma altındaki kuvvetlerin uzun süre dayanması veya kurtulması olanaksızdı. Yazısında şöyle diyordu Yunan veliahdı Konstantin:
"İnsanlık ve medeniyet adına, kati taarruzdan önce, birçok kahramanların kanlarını akıtmaktan korumak ve aynı zamanda şehrin kapılarında verilecek bir muharebeden sonra ortaya çıkacak tahribattan şehri kurtarmak için zatı devletlerine teklif ediyorum.
Yanya'nın zaptı için gerekli önlemleri aldım. Görüce'deki ordum, ordunuzun kesin esirlikten kurtulma ümidini ortadan kaldırmaktadır. Öte taraftan, Londra Konferansı'nın başından beri, hükümetinizin Trakya ile Adriyatik Denizi arasındaki topraklardan vazgeçtiğini, kuşkusuz duymuşsunuzdur. Bu nedenle Yanya şehri, Osmanlı Hükümeti için her yönden yitirilmiştir.
Bu durumda, şehrin savunması için ısrara sebep görmüyorum.
Eğer bu husus, silahın şan ve şerefi için ise, kati taarruzdan önce şehir orduma teslim edildiği takdirde, ordunuzu bütün şan ve şeref-i harbiyesiyle, silahları ve askeri eşyasıyla şehirden çıkmasına ve uygun bir noktaya nakledilmesine müsaade etmeye hazırım. Aynı zamanda, Müslümanların din, can ve mallarına saygı gösterileceğine kefil olurum.
Kahramanlık ve cesurluğuna rağmen, ordunuz herhalde kaçınılmaz bir surette esirliğe veya yok olmaya mahkumdur.
Yanya'nın kaybedilişi zat-ı devleti için bir sorumluluk sebebi olmayacaktır. Çünkü hükümetiniz her surette Yanya'dan vazgeçmiştir ve ben de bütün güçlüklere rağmen şehri ele geçirmek için sarsılmaz bir kuvvet ve istek taşıyorum..."
Esat Paşa ise, "Yunan Ordusu Başkomutanı, Isparta Dükü Konstantin Cenaplarına" başlığıyla verdiği olumsuz cevapta şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Prens Cenapları,
İnsanlık ve medeniyet adına yapılan asil teklifleri, aynı önem ve titizlikle inceledim. Derin saygılarımla bildiririm ki, cesur ordunuzun her ciddi teşebbüsüne karşı Tanrı'nın yardımıyla Yanya'yı savunmak için gerekli önlem ve araçlar mevcuttur.
Askeri ţeref ve namusum, bir kalenin savunucularýna yüklediği görevin amacı, tek bir ere, tek bir atıma kadar uygulamadan ısrar edeceğine inanıldığından dolayı, özellikle teşekkürlerimi belirtirim.
Ancak, zatı asilaneleri gibi ben de bir görev almış, her ne pahasına olursa olsun onun yapılmasına ve bitirilmesine karar vermiţ ve azmetmiţimdir.
Cesur ordunuzla çarpışmayı sonuna kadar sürdürmek, şerefim gereğidir.
Dökülen ve dökülecek olan kanlardan dolayı, insanlık ve medeniyet, beni ve ordumu kınamaz.
İlahi adalet, bu sorumluluğu savaşa sebep olanlara yükler. Yüksek nezaketinize teşekkür eder, derin saygılarımın kabulünü rica ederim."
Yunanlılar böyle bir red cevabı beklemiyorlardı. Öyle ya, üç ay önce Selanik'te ne iyi olmuştu. Selanik Kuvvetleri Komutanı Hasan Tahsin Paşa, Yunan Teselya Ordusu Komutanı Prens Konstantin'i hiç üzmemiş ve 25.000 kişilik ordusuyla 9 Kasım'da savaşsız teslim olmuştu. 
Anlaşılıyordu ki, Yanya Komutanı Esat Paşa, bir Hasan Tahsin Paşa değildi, dövüşecekti.

Yanya şehri, Türk Batı Ordusu iki buçuk ay kadar önce Manastır Savaşı'nı kaybedip Güney Arnavutluk'a doğru çekildiğinden beri, kendi kaderine terkedilmişti. Herhangi bir yardım ve destek alamıyordu ve hemen hemen her yardan kuşatılmıştı. Buna rağmen, ikinci bir Selanik olmayı reddediyordu.
Fakat, Yunan Ordusu, hemen bir taarruza başlayacak durumda değildi. Konstantin ordusunu yeterli görmüyor, zamansız bir hücum sonucu uğrayabileceği bir yenilgiden çekiniyordu. Bu sebeple, Şubat ayı boyunca kuşatmayı sağlamlaştırdı; topçu bombardımanını arttırdı ve yurtiçinden takviye almayı hızlandırdı. Sonunda, Konstantin, ordusunun hazır olduğu kanısına vardı ve 4 Mart'ta Yunanlılar korkunç bir topçu ateşiyle bütün gün Türk mevzilerini dövdüler. 5 Mart'ta Konstantin ordusunun piyadeleri hücuma geçti.
Savaş, kanlı fakat kısa sürdü. Türk ordusu, Rediflerin ve Arnavut gönüllülerin çözülüp paniğe kapılmalarıyla sarsıldı, direnekler peşpeşe düşmeye başladı. Bunda, savunma kuvvetlerinin gıdasızlık yüzünden bitkin oluşlarının ve cephane azlığının da etkisi vardı.
6 Mart'ta Esat Paţa, teslimden baţka çare kalmadýğını anlamıştı. Artık, dört buçuk aylık Yanya savunması son bulmaktaydı. İnsanüstü direniş, kalan enerjiyi de tüketmiş; askerler son mermilerini atmış, son lokmalarını bitirmişlerdi.
Teslim teklifi, şehirdeki Rus, Fransız, Avusturya, Romen konsolosları eliyle yapılmıştı.
Ateş kesildi ve Yunan ordusu, 6 Mart 1913 günü Yanya'ya girdi. 9 Ekim 1431'den beri 482 yıldır Hükümet Konağı'nda dalgalanan Türk bayrağı indirilerek yerine Yunan bayrağı çekildi. Ertesi gün karargahı ile kente gelen Konstantin, Esat Paşa ve diğer subayların kılıçlarını kabul etmedi. Esat Paşa'ya, "Kahramanların kılıcı alınmaz" diyordu.
7 Mart 1913'de artık ne Yanya Kolordusu vardı, ne de Yanya. Çatalca önlerinde Osmanlı ile Bulgarlar arasında tekrar başlayan savaş bir ayını henüz doldurduğunda yaşanan Yanya yenilgisi, Mahmut Şevket Paşa Hükümetini çok sarsmıştı. Onca korkunç bozgunlar ve yenilgiler arasında bunalmış Türk'e, Edirne, İşkodra ve Yanya savunmaları teselli ve ümit vermekteydi. Bu üç kale şehir, bir avuç kahramanla, zafer kazanmış düşman orduları karşısında kahramanca direniyor, teslim olmuyordu. Bu önemli kentlerin Türk ordusunun elinde bulunuşu, ateş kesilmesinde olsun, barış görüşmelerinde olsun, hükümete hatırı sayılır bir avantaj sağlamaktaydı.
Fakat, tarihte hangi kale sonuna kadar dayanabilmişti?.. Bir yardım almadan dayanmanın sırrı bulunamamıştı. Yanya dört buçuk ay dayanmış ve sonunda silahını bırakmıştı. Edirne de 20 gün sonra, 26 Martta teslim olacak, geriye yalnız başına İşkodra kalacaktı. Onun silah bırakması ise Edirne'den sonra bir ay daha sürecek ve 23 Nisan 1913'de bu son kale de kaderine razı olacaktı.
Yanya'nın ele geçirilmesi Yunanistan'da, Selanik'in alınmasından daha büyük sevinç yaratmış, bütün kentler günlerce çan sesleriyle çınlayıp durmuştu.
Yanya Kolordusu'nun kaybı, 6.000'i hasta ve yaralı olmak üzere, 4 paşa, 16.000 esir, 4.000 şehit ve kayıptı. Ancak 5.000 asker, top ve araç gereçlerini bırakarak kuşatmadan sıyrılabilmiş ve Kuzeye çekilerek bir avuç Batı Ordusu döküntüleri arasına katılabilmiţti.
Yanya kalesini ele geçiren Konstantin, Kuzeye, Arnavutluk'a doğru ilerleyişini sürdürdü. Şimdi karşısında zayıf ve dağınık Türk artçı kuvvetlerinden başka bir güç kalmamıştı.
18 Mart'ta Tepedelen'i de alan Konstantin, kısa zamanda Güney Arnavutluk sınırlarına kadar tüm Epir'i Yunan topraklarına kattı. O sıralarda karargahı ile birlikte Tepedelen'de bulunan Batı Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa ve Vardar Ordusu Komutanı Zeki Paşa, hızla şehri boşaltarak daha kuzeye çekildiler. Konstantin'in Yanya cephesine gitmeden önce General Damianos komutasında Manastır bölgesinde bıraktığı üç tümenlik kolordu, bu arada Görice ve çevresini de ele geçirmişti. O bölgeyi tutmakta olan Batı Ordusu'nun 6. Kolordusu, Yunan ilerleyişine karşı bir süre dayandıktan sonra, çekilmek zorunda kalmıştı. Kolordu Komutanı Cevat Paşa'nın, kendisinden altı misli kuvvetli olan General Damianos karşısında yapabileceği başka bir şey yoktu.
Londra Konferansı'nda Avrupalı büyükler, Arnavutluk'un bağımsızlığını tanımış olduklarından, Yunan Orduları Arnavutluk topraklarına girmeyi şimdilik uygun bulmayarak sınırda durdular. 
Alacaklarını, hatta fazlasını almışlardı ama, Yunan istila hırsı bir türlü doymak bilmiyordu. Bunun için bölge halkına baskı yanmaya ve imza toplamaya başladılar. Maksatları, bundan sonra yapılacak barış görüşmelerinde kuvvetli olmak ve daha fazla toprak kazanmaktı. Bunu kabul etmeyen ve imza vermeyi reddeden 64 Arnavut ileri gelenini Yanya'ya davet ettiler ve yolda ördürdüler, yüzlerce Arnavut hapsedildi. Diğer yandan Rum çeteleri, halka işkence ve baskı yapmayı sürdürüyordu.

Veliaht Konstantin'in son Yunan topraklarını da Osmanlının Batı Ordusunun elinden kurtararak başlattığı zafer yürüyüşü Tepedelen'e ulaştığında, 19 Mart 1913'te, Yunan Kralı Yorgi'nin, Selanik'te bir suikast sonucu öldürüldüğü duyuldu. Suikastçı sağ olarak yakalanmıştı. Bunun ilkin bir Bulgar olduğu sanıldı, kısa bir süre sonra Bulgar değil bir Müslüman olduğu söylentisi yayıldı. Selanik karışmıştı. Rumlar büyük bir katliama giriştiler. Suikastçının Müslüman değil bir Bulgar olduğunun resmen ilan edildiği kısa sürede, Selanik'te 20'ye yakın Türk ve bir o kadar da Yahudi öldürüldü.
Haberi Tepedelen'de öğrenen Veliaht Konstantin, hemen o gün Atina'ya döndü ve ertesi gün millet meclisinde törenle yemin ederek kral oldu.
Yanya ve Epir de kurtarılmıştı; Yunan orduları artık serbestti; Osmanlılarla hesaplaşma bitmiş sayılırdı. Ancak, Bulgar tehlikesi, Yunan milletini tedirgin edip durmaktaydı.
Selanik, bu çekişmenin odak noktasıydı. Kent ve çevresi üzerinde, henüz resmen açıklanmayan bir kavga, düşüncelerde ve duygularda da olsa, içten içe ve her gün daha da artarak sürüyordu. Batı ve Doğu Trakya için de aynı durum söz konusuydu. Gerçi şimdi her ikisine de Bulgarlar el atmıştı ama, Yunanlılara göre bu topraklar Rumların öz vatanı idi. Yalnız o kadar da değil, hatta İstanbul bile onların öz yurdu idi... Bu sebeple de -Selanik bir yana- asıl büyük zarar, Bulgarların Doğu ve Batı Trakya'yı alarak İstanbul yolunu kesmiş olmalarıydı. Bulgarlar bir yandan İstanbul'u almak, öte yandan da Ege'yi Yunanlılarla paylaşmak iddiasındaydılar.
Bu iki devletler, Osmanlıya karşı ittifak yapmışlarsa da, savaştan sonraki günlerin ne getireceği hiç belli olmazdı. Yeni Kral Konstantin'in ve babasından kendisine devreden Başbakan Venizelos'un bu konudaki düşünceleri tamamıyla aynıydı: Her ikisi de, Epir'deki kuvvetlerin vakit geçirilmeden Selanik bölgesine, Bulgar sınırına yığılması gerektiğini düşünüyorlardı.
Öyle de yaptılar. Güney Arnavutluk'a sığınmış bir avuç kılıç artığı Türk Batı Ordusu, nasıl olsa bir tehlike olmaktan çıkmıştı. Sayıları 20.000 kadar görünen, ancak sağa sola dağılmış bulunan bu askerler, bir savaş gücü olmaktan uzaktı.

Savaşa 188.000 kişiyle başlayan Batı Ordusu, İşkodra'da savaşanlar hariç, Manastır Savaşı'ndan sonra 43.000 kişiye düşmüştü. Toplarının çoğunu, cephanesini, aracını, gerecini, özetle bir orduyu ordu yapan her şeyini yitirmiş, yorgun ve yaralı 43.000 kişi... Yanya kuşatmasından kurtulabilen 5.000 kişinin katılması, hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Onlar da tüm ağır silahlarını, umutlarını ve zafere olan inançlarını geride bırakmışlardı.

Üstelik bu sayı da her geçen gün azalmakta ve her geçen gün biraz daha eriyip gitmekteydi. Kış ve ilkbaharın o soğuk ve serin aylarında, Arnavut dağlarında çoğu zaman sığınacak bir dam altı bile bulamayan, açlık çeken asker ya kaçmakta, ya da hastalanmakta ve ölmekteydiler. İyi beslenememek ve barınamamaktan doğan hastalıklar ve özellikle dizanteri, saflarda boşluklar yaratıyordu.
Kaçmayan Arnavut ve Boţnak askerlerden kalaný terhis edilmişti. Sonra sıra Rumeli'li Türklere geldi. Onlar da fırsat buldukça kaçıyorlar, köylerinin ve kentlerinin yolunu tutuyorlardı. Geriye, hemen hemen yalnız Anadolu Türk'ü kalmıştı. Bütün tarih boyunca koca İmparatorluğun tüm cefasını çeken, sadık, vefakar Türk, yani "Mehmet"...
Batı Ordusu askerlerinin topraklarına sığındığı Arnavutlar, artık eski müttefik, Müslüman, meclisteki milletvekiliyle, yöneticisiyle, paşasıyla, beyiyle, Osmanlı Hükümetindeki bakanı ve başbakanı ile Türklerle iç içe olan o eski dostlar değillerdi. Batı Ordusu askerleri şimdi, II. Meşrutiyet'ten ve özellikle Abdülhamit'in iktidardan uzaklaştırılmasından sonra tarihte ilk defa Osmanlıya karşı ayaklanan, bağımsızlığını ilan eden, topraklarının sahibi ve efendisi Arnavutlarla karşı karşıya idiler... Osmanlıya karşı silah çekmeye çekinip utanıyorlardı; ancak, ona karşı dostça da davranmıyorlardı.
Arom Andonyan, "Balkan Savaşı" isimli kitabında o günleri şöyle anlatır:
"Manastır Savaşı'ndan sonra Osmanlı Batı Ordusu, düşman Arnavut şehirlerinde çile doldurdu. Hem Sırplar, hem Arnavutlar tarafından kovalandı, göçebe bir hayat sürmek zorunda kaldı. Hemen her şeyden, yiyecek, giyecek ve ilaçtan bile yoksundu. Sanki bir hayaletler kafilesiydi. Bahtsız ordu ve komutanları Arnavutluk'ta acılarını dindirecek kimsecikler bulamayacaklardı.
Batı Ordusu'nu kalıntıları, terkedilmiş ve küçüksenmiş olarak, kesin barışa kadar, yaşayan ölüler gibi sürüklediler varlıklarını. Komutanlar destek bulmak için girmişlerdi Arnavutluk'a. Oysa o zamana kadar İsmail Bey Osmanlı bayrağını indirmiş, yerine kartallı Arnavutluk bayrağını çekmiş, Arnavutluk'u bağımsız ilan etmişti. Ali Rıza Paşa ordusunun kalıntıları, Arnavutluk'u bir müttefik değil, düşman buldular.
Cavit Paşa'nın ordusunda çok hasta asker var, çünkü çok açlık çektiler. Asker genel olarak mısır koçanına katılan bir unla besleniyordu. Bu suretle hazırlanan ekmek iyi pişmediğinden mide bozukluğu, dizanteri ve daha başka hastalıklara sebep oluyordu. Hasta sayısı belli değildi. Bildiğim şu ki, karargahta bulunan bütün hastaneler ve Avlonya hastaneleri ağzına kadar doludur. Hastaların çoğu ölmektedir. Günde 100 kişi. Çünkü sağlık şartları çok kötü. Askerin yüzde doksanı Anadolu'dan, kalan kısmı Rumelili. Anadoluluların her şeye katlanmaları harika bir şey."
Türk Batı Ordusu, Güney Arnavutluk'taki bu dağınık ve perişan haliyle bir askeri güç olmaktan çıkmıştı ama, taarruza uğradığında yine de kendini savunuyordu. Nitekim Yanya'dan sonra Yunanlılara karşı da direnmiş, Tepedelen'i kaybetmesine rağmen silahını bırakmamıştı. Her ne kadar bu direniş, düzenli bir birlik savaşı değil de canını kurtarmak için yapılan bir kavga da olsa, yine de düşmanı oyalamaktaydı.
Yunan Ordusu Arnavutluk sınırında durduğunda, Batı Ordusu'nun son askerleri Güneyde rahat bir nefes aldılar ama, bu sefer Kuzeyde bir Sırp tümeninin saldırısına uğradılar. Draç limanını ve Debre içinde olmak üzere Kuzey Arnavutluk'u işgal edip duran Sırplar, Londra Barış görüşmeleri olumsuz sonuçlanıp 3 Şubat 1913'de yeniden savaş başlayınca ilkin harekete geçmemişlerdi. Çünkü hem alacaklarını almışlar, hem de karşılarında savaşacakları kimse kalmamıştı.
Türk Batı Ordusu'ndan bir avuç geriye kalan döküntü şimdi Güney Arnavutluk'ta idi ama, buraya doğru bir hareket Sırpların başına iş açardı. İki ay kadar önce Kuzey Arnavutluk'u işgali ve Adriyatik'e inmesi az daha Avusturya ile bir savaşa neden olacaktı.
Londra'da anlaşan Avrupalılar, Sırp ordusunun Kuzey Arnavutluk'u boşaltmasını istiyorlardı. Durum böyleyken, Güney Arnavutluk'a saldırmanın mantığı yoktu. Buna rağmen yine de müttefiki Yunan ordularının Yanya ve Kuzeyindeki savaşlarına yardım etmek için, bir tümenlik küçük bir kuvvetle de olsa, harekete geçmişti Sırplar. Türk Batı Ordusu, Yunanlılardan sonra şimdi de Sırpların taarruzunu durdurmaya çalışıyordu. Ancak, Sırplar da Türk direnişi karşısında fala ilerleyemediler ve Makedonya Savaşı, İşkodra kuşatması dışında, 1913 yılı nisan ayı başlarında sona erdi. İşkodra, Türklerin Avrupa'daki son kalesi olarak, Karadağ ve Sırp ordularına karşı savunmasına devam ediyordu.
Fakat gün geçtikçe Batı Ordusu'nun askerleri arasında disiplinsizlik ve dağılma artmakta, direnç tükenmekteydi. Sürekli çekilmeler, açlık ve kötü yaşam koşulları kimsede moral bırakmamıştı. Anavatandan binlerce kilometre uzaktaki Türk askeri, sonunun ne olacağını bile tahmin edemediği acı günler geçiriyordu. Yerli Arnavut halkı, askerleri köylerine sokmuyor, çoğu kez silahla karşı koyuyordu.
5. Kolordu'dan Vardar Ordusu Komutanlığına gönderilen bir raporda şu ifadeler kullanılıyordu:
"Elde toplu bir bölük bile yoktur. Erler subaylarına açıkça itaatsizlik ediyorlar ve şiddet gösteren subaylara karşı koyuyorlar, suikastta bulunuyorlar. Tümenlerin raporlarından anlaşıldığı üzere bütün birlik komutanları birliklerini toplamak, düzene sokmak, sevk ve idare etmekteki acizliklerini açıkça itiraf etmektedirler. Bütün erler, hayvanlar ve hatta subaylar açtırlar. Açlık ve sığınacak bir dam altı bulamamaktan ileri gelen bu halin önünü almak mümkün değildir."
5. Kolordu Komutanı Sait Paşa, kendisine bağlı 15. Tümenin raporunu da kendi yazısına ek olarak yollamıştı. 15. Tümen'in raporu şöyleydi:
"... Şu anda 15. Tümen yoktur. Erler bütünüyle dağılmış bulunmakta, idare, iaşe ve iskanları sağlanamadığından herkes kendi başının çaresine baktı, yemek ve barınmak için köylerde her türlü zulüm ve tahribat yapmaktadır. Disiplin ve itaat kalmamıştır. Eski ordu şu sırada, tehlikeli bir sürü halini almıştır."
Batı Ordusu'ndan arta kalanlar yaşam savaşı vermekte, bir an önce savaşın sona ermesini beklemekteydiler. Neresinden bakılırsa bakılsın durum umutsuzdu. Ama resmen savaş devam ediyor ve Yunan donanması Arnavutluk sahilindeki ablukayı sürüyordu. Ordunun, memlekete dönecek tüm yolları kapalıydı.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Böyle bir savaşı kaybetmek,çok acıklı,insan bunları okuyunca göz yaşlarını tutamıyor.

Recep Altun dedi ki...

Merhabalar Sayın Hocam,

Yanya'nın Kaybı ile ilgili yazı dizininizi okudum. Ne kadar etkilendiğimi ve ne kadar hüzünlendiğimi anlatamam. Yanya ile ilgili her türlü bilgiyi buradan öğreniyorum.

Yalçın Bayer'in yönettiği Hürriyet Gazatesinin "Yeter Söz Milletin Köşesinde" Balkan Savaşları'nın 100. Yılı nedeniyle "Balkan Tarihi Yeniden Yazılacak" konulu bir makale okumuştum. Sizin sayfanızda Yanya ile ilgili bilgileri ben hiçbir ne gördüm ne de okudum. Elbette Balkan Tarihi yeinden yazılsın. Tarihimize bile sahip çıkamamışız. Ben şahsen utanç duyuyorum.

Bu faydalı paylaşımlarınızdan dolayı size müteşekkirim. Devamlı olmasa da mutlaka sayfanızı ziyaret ediyorum.
NOT:Kelime doğrulamayı kaldırırsanız çok iyi olur. Yorumu gönderebilmek için bu kelime doğrulama beni çok zorluyor.
Selam ve dualarımla.