Mehmet Vehip Paşa’nın adını hiç duymuş muydunuz?
BEN
duymamıştım. Ya da belki duydum ama aklımda hiç yer etmedi, binlerce onbinlerce
diğer Osmanlı paşasının adını duyduk da ne oldu, onlar içinde aklımızda
kalanları beş-on taneyi geçmez.
Peki kim bu Mehmet Vehip Paşa?
1877’de Yanya’da doğmuş. Ailesi daha önce Taşkent’ten gelip Yanya’ya yerleşmiş. Babası Yanya Belediye Başkanı. Ağabeyi Esat gibi o da asker olmayı seçiyor, askeri eğitim alıyor.
1897’de bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin babası konumundaki Mühendishanei Berri Hümayun’u topçu-istihkamcı sınıfında bitiriyor, 1900’de de kurmay okulundan kurmay yüzbaşı olarak mezun olup hemen Yemen’e tayin ediliyor.
* * *
Yapılan tahminler, Vehip Paşa’nın Yemen’de İttihat Terakki ile tanıştığı yönünde. Ama bu konuda kaynak çok az gerçekten. Kesin olan bir şey var, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra yaşanan 31 Mart vakası ertesi İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nda Vehip Paşa’nın da bulunduğu.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu, 31 Mart’ı bastırdıktan sonra Vehip Paşa, bizzat Mahmut Şevket Paşa tarafından harp okulu komutanlığına atanır.
Vehip Paşa’nın ağabeyi Esat Paşa da askerdir. Vehip Paşa’yı 1912’de Balkan Savaşı’nda doğduğu toprakların, Yanya’nın savunmasında görevlendirilmiş buluyoruz. Burada ağabeyinin komutası altında savaşıyor, görevi Yanya şehrinin savunması.
Fakat savaş kaybediliyor, Esat ve Vehip kardeşler, doğup büyüdükleri şehri Yunan ordusuna teslim ediyorlar. Teslim törenini anlatan çok acıklı bir resim var.
Yanya’yı teslim eden Vehip Paşa dokuz ay kadar Yunan ordusunun elinde savaş esiri olarak kalıyor. Serbest bırakıldıktan sonra da albay rütbesiyle Hicaz’a tayin ediliyor.
1. Dünya Savaşı başladıktan sonra ağabey kardeşi, Esat Paşa ve Vehip Paşa’yı Çanakkale savunmasında görüyoruz. Aslında Mustafa Kemal’le birlikte Esat ve Vehip Paşaları da ‘Çanakkale kahramanı’ saymamız gerekir. Anafartalar’da Mustafa Kemal İngilizleri durdurduğunda ona Nuri Conker komutasındaki takviye birliği gönderen Vehip Paşa’dan başkası değil. Zaten zamanın gazete ve dergilerinde Esat, Vehip ve Mustafa Kemal Çanakkale kahramanları olarak anılıyor.
Çanakkale’deki bu başarısının ardından Vehip Paşa, darmadağın olmuş, Erzurum’u kaybetmiş olan 3. Ordu’nun komutanlığına atanıyor. Vehip Paşa’nın gelmesinden kısa süre sonra Trabzon da Rus ordularına kaybediliyor. Ordu karargahını Erzincan’a taşıyor. Erzincan da tehdit altında. Bir zamanlar mevcudu 100 bin olan 3. Ordu, 40 bin kişiye kadar inmiş durumda.
1917 başında Rusya’da devrim olunca Anadolu içlerine kadar girmiş olan Rus ordusu dağılıyor, bunun üzerine Vehip Paşa kaybedilen toprakları birer birer almaya başlıyor. Trabzon, Erzurum, hatta taa 1877’de Ruslara kaybedilmiş olan Kars bile geri alınıyor. 3. Ordu Batum’a giriyor, Tiflis ve Erivan’a ilerliyor.
Bu şartlar altında Mondros Mütarekesi imzalanıyor. Vehip Paşa İstanbul’a dönüyor. Döndükten kısa süre sonra, iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Fırkası Vehip Paşa’yı tutukluyor, meşhur Bekirağa Bölüğü’ne (Bugünkü İstanbul Üniversitesi ana kampüsündeki askeri cezaevi) atılıyor.
Hapisten çıktıktan sonra Vehip Paşa Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’ye katılmıyor, onun yerine yeniden tutuklanma korkusuyla yurt dışına kaçıyor ama Avrupa’daki İttihatçılarla irtibatı da pek az oluyor.
Bundan sonra Vehip Paşa’dan 1935’e kadar haber alamıyoruz. O yıl Paşa, bu kez bugünkü Etiyopya’da, yani Habeşistan Krallığı’nda ortaya çıkıyor. İtalyan orduları Habeşistan’ı işgal peşinde, Vehip Paşa da Habeş Kralı Selasie için savunmayı örgütlüyor.
* * *
Geçmişte, özellikle Nutuk’ta Vehip Paşa’dan pek de iyi söz etmeyen Atatürk onun için övücü cümleler kullanıyor, ‘Vehip Paşa aslanlar gibi direniyor, İtalyanlar Türk hattını aşamaz’ diyor. Diyor ama Habeş orduları savaşı kaybediyor, Vehip Paşa yine yollara düşüyor.
Türkiye’ye ancak 1939 yılında, Atatürk’ün ölmesi ve kendisinin eski kurmay başkanı olan İsmet Paşa’nın onun itibarını iade etmesi sonrası 1939’da dönüyor, bir yıl sonra da ölüyor.
Şimdi bir daha soruyorum: Türkiye’ye bugün bildiğimiz bütün Doğu Anadolu’yu geri kazandıran, Çanakkale savunmasında büyük başarılara imza atan bu komutanın adını daha önce hiç duymuş muydunuz?
Bu ülkede ‘resmi tarih’in hiç de şakaya gelir bir tarafı yok...
1877’de Yanya’da doğmuş. Ailesi daha önce Taşkent’ten gelip Yanya’ya yerleşmiş. Babası Yanya Belediye Başkanı. Ağabeyi Esat gibi o da asker olmayı seçiyor, askeri eğitim alıyor.
1897’de bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin babası konumundaki Mühendishanei Berri Hümayun’u topçu-istihkamcı sınıfında bitiriyor, 1900’de de kurmay okulundan kurmay yüzbaşı olarak mezun olup hemen Yemen’e tayin ediliyor.
* * *
Yapılan tahminler, Vehip Paşa’nın Yemen’de İttihat Terakki ile tanıştığı yönünde. Ama bu konuda kaynak çok az gerçekten. Kesin olan bir şey var, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra yaşanan 31 Mart vakası ertesi İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nda Vehip Paşa’nın da bulunduğu.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu, 31 Mart’ı bastırdıktan sonra Vehip Paşa, bizzat Mahmut Şevket Paşa tarafından harp okulu komutanlığına atanır.
Vehip Paşa’nın ağabeyi Esat Paşa da askerdir. Vehip Paşa’yı 1912’de Balkan Savaşı’nda doğduğu toprakların, Yanya’nın savunmasında görevlendirilmiş buluyoruz. Burada ağabeyinin komutası altında savaşıyor, görevi Yanya şehrinin savunması.
Fakat savaş kaybediliyor, Esat ve Vehip kardeşler, doğup büyüdükleri şehri Yunan ordusuna teslim ediyorlar. Teslim törenini anlatan çok acıklı bir resim var.
Yanya’yı teslim eden Vehip Paşa dokuz ay kadar Yunan ordusunun elinde savaş esiri olarak kalıyor. Serbest bırakıldıktan sonra da albay rütbesiyle Hicaz’a tayin ediliyor.
1. Dünya Savaşı başladıktan sonra ağabey kardeşi, Esat Paşa ve Vehip Paşa’yı Çanakkale savunmasında görüyoruz. Aslında Mustafa Kemal’le birlikte Esat ve Vehip Paşaları da ‘Çanakkale kahramanı’ saymamız gerekir. Anafartalar’da Mustafa Kemal İngilizleri durdurduğunda ona Nuri Conker komutasındaki takviye birliği gönderen Vehip Paşa’dan başkası değil. Zaten zamanın gazete ve dergilerinde Esat, Vehip ve Mustafa Kemal Çanakkale kahramanları olarak anılıyor.
Çanakkale’deki bu başarısının ardından Vehip Paşa, darmadağın olmuş, Erzurum’u kaybetmiş olan 3. Ordu’nun komutanlığına atanıyor. Vehip Paşa’nın gelmesinden kısa süre sonra Trabzon da Rus ordularına kaybediliyor. Ordu karargahını Erzincan’a taşıyor. Erzincan da tehdit altında. Bir zamanlar mevcudu 100 bin olan 3. Ordu, 40 bin kişiye kadar inmiş durumda.
1917 başında Rusya’da devrim olunca Anadolu içlerine kadar girmiş olan Rus ordusu dağılıyor, bunun üzerine Vehip Paşa kaybedilen toprakları birer birer almaya başlıyor. Trabzon, Erzurum, hatta taa 1877’de Ruslara kaybedilmiş olan Kars bile geri alınıyor. 3. Ordu Batum’a giriyor, Tiflis ve Erivan’a ilerliyor.
Bu şartlar altında Mondros Mütarekesi imzalanıyor. Vehip Paşa İstanbul’a dönüyor. Döndükten kısa süre sonra, iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Fırkası Vehip Paşa’yı tutukluyor, meşhur Bekirağa Bölüğü’ne (Bugünkü İstanbul Üniversitesi ana kampüsündeki askeri cezaevi) atılıyor.
Hapisten çıktıktan sonra Vehip Paşa Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’ye katılmıyor, onun yerine yeniden tutuklanma korkusuyla yurt dışına kaçıyor ama Avrupa’daki İttihatçılarla irtibatı da pek az oluyor.
Bundan sonra Vehip Paşa’dan 1935’e kadar haber alamıyoruz. O yıl Paşa, bu kez bugünkü Etiyopya’da, yani Habeşistan Krallığı’nda ortaya çıkıyor. İtalyan orduları Habeşistan’ı işgal peşinde, Vehip Paşa da Habeş Kralı Selasie için savunmayı örgütlüyor.
* * *
Geçmişte, özellikle Nutuk’ta Vehip Paşa’dan pek de iyi söz etmeyen Atatürk onun için övücü cümleler kullanıyor, ‘Vehip Paşa aslanlar gibi direniyor, İtalyanlar Türk hattını aşamaz’ diyor. Diyor ama Habeş orduları savaşı kaybediyor, Vehip Paşa yine yollara düşüyor.
Türkiye’ye ancak 1939 yılında, Atatürk’ün ölmesi ve kendisinin eski kurmay başkanı olan İsmet Paşa’nın onun itibarını iade etmesi sonrası 1939’da dönüyor, bir yıl sonra da ölüyor.
Şimdi bir daha soruyorum: Türkiye’ye bugün bildiğimiz bütün Doğu Anadolu’yu geri kazandıran, Çanakkale savunmasında büyük başarılara imza atan bu komutanın adını daha önce hiç duymuş muydunuz?
Bu ülkede ‘resmi tarih’in hiç de şakaya gelir bir tarafı yok...
Taner Akçam’ın anlattığı Vehip Paşa
VEHİP PAŞA hakkında sahiden çok az kaynak var. Hele ağabeyi
Esat Paşa hakkında kaynak yok denecek kadar az. Oysa onlar Osmanlı’nın son
döneminin, 1. Dünya Savaşı’nın önemli komutanları. Aynı ailenin üçüncü ve küçük
kardeşi ise tanıdık bir isim, Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent. Bu
daha da ilginç değil mi?
Vehip Paşa’dan söz eden kaynaklardan biri de, Ermeni meselesi üzerine araştırmalarıyla tanıdığımız Taner Akçam. Akçam’ın 2006’da çıkan kitabı ‘A Shamefull Act’ta, Türkçesi de İletişim Yayınlarından çıkan bu çok önemli kitapta Vehip Paşa’nın ilginç bir tutumuna tanıklık ediyoruz.
Vehip Paşa, doğudaki 6 ilde Ermeni tehcirinin tamamlanmasından sonra, bu tehcir ve onunla paralel yürüyen katliamlarda büyük rolü olan Mahmut Kamil Paşa’nın yerine 1916 sonlarında 3. Ordu komutanlığına geliyor.
Göreve başladıktan kısa bir süre sonra, 3. Orduya bağlı Sıvas’ta konuşlu 2 bin mevcutlu ve tamamı Ermenilerden oluşan bir ‘amele taburu’nun tehcire gönderilirken katledildiğini saptıyor.
Düşünsenize 2 bin erkek soğukkanlılıkla öldürülmüş. Vehip Paşa, bunu haber alır almaz hemen soruşturma açtırıyor, suçlu jandarmaların ifadesini alıyor, katliamın meşhur Teşkilatı Mahsusacı Bahaettin Şakir’in emriyle yapıldığını kayda geçirtiyor ve iki kişiyi idam ettiriyor.
Bu çok önemli, çünkü o sırada Osmanlı ve İttihatçılar, ‘Ermenilere uygulanan katliamı soruşturmaları’ konusunda herhangi bir baskı altında değiller. O baskı daha sonra, Osmanlı savaşı kaybettikten sonra yapılıyor, bunun için Divan-ı Harb’ler kuruluyor.
Vehip Paşa bu Divan-ı Harbe de el yazısıyla yazılmış 12 sayfalık bir ifade gönderiyor. Bu ifadenin dört sayfası Ermeni çetelerinin 1915-16’da öc almak için Müslüman nüfusa uyguladığı zulüm ve katliamlarla ilgili, geri kalan 8 sayfa ise Ermenilere uygulanan tehciri ve cinayetleri anlatıyor, bir hayli de ayrıntı veriyor.
Vehip Paşa’dan söz eden kaynaklardan biri de, Ermeni meselesi üzerine araştırmalarıyla tanıdığımız Taner Akçam. Akçam’ın 2006’da çıkan kitabı ‘A Shamefull Act’ta, Türkçesi de İletişim Yayınlarından çıkan bu çok önemli kitapta Vehip Paşa’nın ilginç bir tutumuna tanıklık ediyoruz.
Vehip Paşa, doğudaki 6 ilde Ermeni tehcirinin tamamlanmasından sonra, bu tehcir ve onunla paralel yürüyen katliamlarda büyük rolü olan Mahmut Kamil Paşa’nın yerine 1916 sonlarında 3. Ordu komutanlığına geliyor.
Göreve başladıktan kısa bir süre sonra, 3. Orduya bağlı Sıvas’ta konuşlu 2 bin mevcutlu ve tamamı Ermenilerden oluşan bir ‘amele taburu’nun tehcire gönderilirken katledildiğini saptıyor.
Düşünsenize 2 bin erkek soğukkanlılıkla öldürülmüş. Vehip Paşa, bunu haber alır almaz hemen soruşturma açtırıyor, suçlu jandarmaların ifadesini alıyor, katliamın meşhur Teşkilatı Mahsusacı Bahaettin Şakir’in emriyle yapıldığını kayda geçirtiyor ve iki kişiyi idam ettiriyor.
Bu çok önemli, çünkü o sırada Osmanlı ve İttihatçılar, ‘Ermenilere uygulanan katliamı soruşturmaları’ konusunda herhangi bir baskı altında değiller. O baskı daha sonra, Osmanlı savaşı kaybettikten sonra yapılıyor, bunun için Divan-ı Harb’ler kuruluyor.
Vehip Paşa bu Divan-ı Harbe de el yazısıyla yazılmış 12 sayfalık bir ifade gönderiyor. Bu ifadenin dört sayfası Ermeni çetelerinin 1915-16’da öc almak için Müslüman nüfusa uyguladığı zulüm ve katliamlarla ilgili, geri kalan 8 sayfa ise Ermenilere uygulanan tehciri ve cinayetleri anlatıyor, bir hayli de ayrıntı veriyor.
Atatürk’le arası iyi değil
VEHİP Paşa’nın neden Anadolu’ya geçmek yerine yurt
dışına kaçtığını merak ediyorum açıkçası. Bu konuda yeterince kaynak yok.
Kaynak olmayınca da mecburen spekülasyon yapıyor insan. Bir spekülasyon, Vehip
Paşa’nın Mustafa Kemal’le arasının iyi olmadığı yönünde. Pek çok yerde bu
geçiyor ama bu kadar geçiyor, neden araları iyi değil, kimse söylemiyor.
Atatürk’ün meşhur Nutuk’unda da Vehip Paşa şöyle bir cümlede geçiyor: ‘Rauf
Bey’lerin, Vehip Paşa’ların, Çerkez Ethem ve Reşit’lerin, bütün
yüzelliliklerin, kaldırılmış hilâfet ve saltanat hanedanı mensuplarının, bütün
Türkiye düşmanlarının, elele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde
çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir?’ (Nutuk, 2. cilt, s.622., TDK
yayınları, 1978).
Kaynak: İsmet Berkan 19.02.2012 Hürriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder